3 Eylül 2011 Cumartesi

Tongucunuzu arı soksun...

     Acemi bir blog yazarı olaraktan geri döndüm sevgili seyirciler. Yaz'ım her zamanki gibi devam ediyor. İnternet kotamı aşmış ve ter kokar haldeyim ayıptır söylemesi... Neyse, bugün anneannemden ilginç bir mesaj geldi bana. Hani böyle arılar 8 şeklinde dans ederek haberleşir ya onun gibi. Bizim sevgili memeleri sürtünen kadın modelimizle anneannem iyi arkadaş olduğundan, bize misafir olmak için başvurdular. Bizde lafın gelişi "Hmm, tabi biz sizi geri ararız." dedik. Bunlar geldiler tabi. Kapıyı açtık. Kadın kahverengi bi t-shirt (kadının deyişiyle 'peanye')  bi de kahverengi şalvar giymişti. Ancak kadın obez olduğundan şalvardan çok pantalona benziyordu. Her yeri sarktığından o yürürken ben de selülitlerinin arasına sıkışan halıları çekiştiriyordum. Her neyse, kadını boşver adama dönersek, adam incecikti tabi, lacoste t-shirt'ünü (kadının deyişiyle peanyeyi) pantalonunun arasına sokmuş bir şekilde oturdular balkonda. Anneannem onlara servis yaparken ben de çayları koydum tabi. İşte o arı iletişimi başladı aramızda. Anneannem kaş göz yapıyor sanki anlamıyormuşum gibi ben de garsonluk yapmaya başlıyorum. İkimiz onların arasında dönüp duruyoruz (8 şeklinde). Hayır yani kadın zaten XXObez olmuş daha ne yiyorsun değil mi? Ağzına dolduruyor börekleri, tuzlu kurabiyeleri, tavuk göğüslerini... Adamsa tavuk göğsünü ve bir tanecik kurabiyeyi yiyip bıraktı. Bizse çay telaşındayız. Kadın arkamızdan bağırıyor "Eski limonu atın ben yeni limon alayım. Bir de çayım bu sefer açık olmasın." diye. Tabi ben sinirlendim, bir baktım vızlamaya başlamışım. Tabi fantezi dünyamda geçen şu arı meselesi yüzünden. Anneannem bana garip garip baktı öyle. Neyse, oturduk dedemle adam dünyayı kurtarırken kadın şeylerden bahsediyor... HAH, torunu Tonguç'tan. Efendim Tonguç çok iyi ingilizce konuşur, çok terbiyelidir hiç kimseye uymaz, sürekli çalışır uyumaz, elektrik meslek lisesini kazanmıştır falan filan blah blah blah. Sonra beni süzdükten sonra dudağını büzerek sordu "Sen Ankara'da hangi okula gidiyorsun?".Ben de dedim ki "T... Kolejine efendim.". "İngilizce eğitim veriyor galiba." dedi ve yine dudaklarını büzdü. Hayır yani hani her yerinde selülit var, insanın dudağında da selülit olur mu lan?! Neyse dedim "İngilizce ve Fransızca öğreniyoruz.". Duyduktan sonra yemeğini yemeye devam etti ve garip sesler çıkardı bir organından. "Zor gelmiyor mu?". "Yok, bana gelmiyor.". Heh heh heh. Sonra da çok anlarlarmış gibi teknoloji konuşmaya başladılar. İnternet kütüphaneymiş de, her şeyi öğreniyormuşsun da.... Gerçek internet muhabbetlerini görseler... Kekomançileri, apaçileri, fakeleri, ospuları... Öhööööö... Başka anlamadan konuştukları şeyse kocakarı ilaçlarıdır. Hergün yüzüne at bokuyla karıştırdığı zeytinyağını sürünce bir andan cildin pembeleşiyormuş. Kadın pembeleşiyormuş derken apzına selülit kaçtığı için benbeleşiyor dedi tabi. Sonra neymiş yumurta akını sarısından ayrınca çok üzülüyormuş, ağlıyorlarmış felan. Yarasaydı ona yaradı diyerekten indim odama sizinle paylaştım sevgili izleyiciler teşekkürler...

2 Eylül 2011 Cuma

Sahilde Bir Hipo

     Evet efendim maceramıza Ege'nin gözde körfezi Edremit Körfezin'de (Daha doğrusu 'Gülşah Beach' de) başlıyoruz. Kilo verme planlarım benim gibi suya düşmüş ve diplere gömülmüştü. Ama olsun, yine de göbeğimi içime çekersem bir şey fark edebilir diyerekten indim sahile. Mayo olarak turuncu mayomu giymiştim, üstüme de b*ktan bir şeyler geçirdim işte o kadar önemli değil. Sahile bir ayak bastım, ne göreyim. Tabi, bilirsiniz bazı kızlar vardır, anneanneleri okumamıştır ve koca memeleri yerleri süpürür. Hah, işte bunlar onların ırkından mı diye düşünürsünüz ya... İşte onlar bizim komşu kızları. Bir ışıldamaya başladılar, ojeleri sürmüşler, parlatıcı sürmüşler efendim küpe takmışlar rengarenk bikinilerini girmişler. Bense acımasız gerçeklerin esiri olarak (a.g.) önüme, beyaz şortuma ve sarı bluzuma baktım. Selamlaşma, canımlar, cicimler falan filan. Canım sıkıldı tabi. Dedim teyzeme "Teyzecim ilerde oturalım mı?". O da bana "Gel gel burası iyi iyi." dedi oturduk o kızların yanına. Soyundum, dökündüm seksi mayom ortaya çıktı. Yanlış anlamayın obez değilim ama... Olmak istediğim gibi de değilim - Her kadın gibi -. Dikkatimi de çekti bu arada, kızlar hiç denize girmemişler orada öylece oturuyorlardı. Fönlü saçlarıyla. Tabi ben bir erkek ne kadar süslenirse o kadar süslendiğimden, garip garip bir kesme durumu oluştu arada. Birbirimizi kesiyoruz böyle bir baktım ki fark etmeden bıyıklarımı bürümeye başlamışım! (Tamam, evet, bıyıklarım var. Çıkıyolar. Alıyorum. Ancak evde ağda bitti.) Şöyle romantik anlar geçtikten sonra (!) "S*ktiret ben denize girecem lan" dedi küfürcan yanım. Mantık yanım "Gir de şnorkelini ve gözlüğünü alma. Salak gibi oluyorsun." dedi. Teyzem bana teklif etse de kabul etmedim gibi. Allahaşkına, siz hiç şu ana kadar şnorkel ve gözlükle güzel görünen bir kıza/erkeğe rastladınız mı? Rastladıysanız söyleyin ayaklarınızı öpecem. Zaten şnorkelden dudaklarım şişiyor Angelina Jolie dudağı oluyor inerken de Dilber dudağı. Neyse... Denize girdim sürekli de kontrol ediyorum kızlar gitse de alsam şu lanet olası şeyleri diye. Yüzerken size de oluyor mu bilmiyorum, ama ben kimseyle göz göze gelemiyorum. Mesela kayık kiralamış gruplar geçiyor, yüzümü dönüyorum, karşıma karşılaşmak istemeyeceğim tonton dedeler çıkıyor, hop dönüyorum, bir adam bana "Niye bu kız kendi etrafında dönüyor lan başım döndü?" dercesine bakıyor. Yine dönüyorum. Her neyse Bende bir havam olsun diye açıla açıla yüzmeye başladım. Balina gibi hızlı gidiyorum denizde fiyuw diye. İyi yüzerim yani. Ağbimler benim ağzıma burnuma su fışkıttığı için kaybederim yarışları. Sonra dedim arkama bakayım , eee kızlar gitmiş. Karizmanı gösterecek kimse olmayınca da karizman çiziliyor işte. Saat 19 oldu, teyzemle suda oynadık çıktık. Her gün böyle yani, gerçek dünyada yakışıklı cankurtaranlar, sörf öğretmenleri yok. Bizim Ferhat Ağbi var o geziyo ortalıkta işte.